duvarda yerinden oynamış bir çivi varsa ve biz bu çivinin hikayesini yazmak istiyorsak ilk iş filmi geriye doğru sarmalıyız. çiviyi çıkar, boyayı kazı, sıvayı dök, duvarı yık.
- duvar
kendi halindeliğiyle meşhur arkadaşımız özlem, bir sigara yaktı. yüzünün önünde uçuşan dumanı sol eliyle kovduktan sonra oturdu. ayak ayak üstüne atıp geriye yaslandı. özlemek, dedi, öz'den gelir. yani bu böyle olmalıdır. öz'den, ben'den, zihinden, ruhtan.
masadakilerden biri, "zaten hatırlamakla ilgili değil mi? zihin dedin ya" diye atıldı.
evet elbette, ama zihnimizde pencere açıp bize hoşumuza gidecek bir hava solutan, manzara gösteren durumları özleriz. yani özümüze bir şey katması, ruhumuzun içinden çıkılmaz duvarlarına taş koyması gerekir özlenmesi için. duvar ne kadar güzel ve bize ait olursa, onu ortaya çıkaran kaynaklara ulaşma, onları anlama, hatta biraz ileri gidersek onlarla bir olma güdüsü doğar. özlemek budur.
masanın diğer ucunda, elindeki sedef çakıyla oynayan genç adam özlem'in söylediklerini akla yatkın buluyordu. yine de sormaktan kendini alamadı: kişilere karşı duyulan özlemde de geçerli midir bu söylediklerin? istisna kabul etmez mi?
özlem'in oturuşu dikleşti. hafızasında bir şeyler arar gibi gözlerini kaldırdı. evet, dedi. kişiler, durumlar, olaylar... hepsi için geçerlidir ve hiçbir şekilde istisna kabul etmez. eğer ruhun varlığını kabul ediyorsak özlemek hissinin de varlığını, yani sadece ruh için varlığını kabul etmek zorundayız.
masadakiler konuyla iyiden iyiye ilgilenmeye başlamıştı. özlem'in yakın arkadaşı arzu, boşalan kadehleri tekrar doldurken söze girdi: ben duvar'dan ileri gidemedim de... yani neden duvar? daha iyi simgeleyen bir şey bulamaz mıyız bunun yerine? hem neden sadece ruha vakfediyorsun bu özleme işini?
özlem bu fikre sıcak bakmıyordu. işte bu yüzden duvar, diye söylendi ağzının kenarıyla. arzu soran gözlerle bakarken devam etti: senin ruhunun duvarı da bu işte. duvar senin için kabul edilmesi güç ve aşılması gereken bir şey. bu tutumunu güçlendirecek ve haklılaştıracak şeylere ihtiyaç duyuyorsun. bu sayede edindiğin fikirler veya kendi içinde tutarlı kanıtlar da senin ruhunun duvarını oluşturuyor.
elindeki sedef çakıyı hiç bırakmayan genç adam söz aldı: "yani bu söylediklerin, ruh duvarının organik olduğu anlamına mı geliyor? duvarın en alt sıra taşları ne yöndeyse o doğrultuda kendisine bir mantık yaratıyor ve kendini gerçekleştirmeye koyuluyor. öyle mi? eğer bu şekilde düşünürsek bedenden ayrılığını sonuna kadar kabul ediyorum. ama yine de duvarı aşmak mı gerekir yoksa güzelleştirip içinde kalmak mı, bilemiyorum."
o vakte kadar hiç konuşmamış olan umut, kadehini alelacele bitirip boğazındaki acı geçmeden "durun bakalım" dedi. "ilk olarak ruhun bir duvar olduğu ve örülmeye her an devam ettiği konusunda hemfikirsek, onu yıkabilir miyiz? yıkmalı mıyız? bu işin nihayetinde ne umuyoruz? bana kalırsa o duvarı yıkabiliriz. tabii bunun için kişi kendi ruhunu en kılcal ayrıntılarına kadar tanımalı. bu bakımdan zor iştir. burada en doğru hareket, sevilen ve duvarımızda hatırı sayılır alan kaplayan şeyler arasında kendi hissi muhayyilemizle kurduğumuz bağlantıları bulup ortadan kaldırmak olacaktır. neticesinde duvar belki yıkılmaz, ama açılan gedikten bakarak arkasında ne sakladığı hakkında fikir sahibi olabiliriz. bu gedikten göreceğimiz manzaranın hoşa gidip gitmeyeceği de 'duvarın yıkılması gerekir mi' sorusuna cevaptır."
özlem, umut'un söylediklerini kısaca tarttıktan sonra, "kendi hissi muhayyilelerimizle kuvvetlendirdiğimiz bağ da sevgi olmalı" dedi. "duvarın, ayakta kalmak için kuvvet aldığı ana damar, sütun. sevgi ile duvarın sürekli büyümesi, şekil değiştirmesi birleşince doymazlık ortaya çıkıyor. her an, her iki şeyi veya sadece bir tanesi ile geri kalan her şeyi ayrı ayrı birleştiren sevgi bağı... bence bu duvarı yıkmayı başarmak demek, onun altında kalıp anlamsızlıklar içinde kıvranmak demektir. "
sedef çakısını ani bir hareketle cebine koyan genç ayağa kalkarak özlemin arkasına dolaştı. "bu çok iyimser bir tahmin" dedi. "bu bahsettiğin şey sevgi değil, olsa olsa bahane bulma veya anlam yüklemedir." konuşurken yürümeye devam edip özlemin tam karşısında durdu. "elimizde bir duvarımız varsa ve biz bu duvarı kabulleniyor, dışına çıkmayı reddediyorsak ona güzellik katmak için önce onu sıvarız. bu hareket hem bizim haricimizdekilere karşı bir gizlilik yaratır, hem de çoğu zaman kim olduğumuzu unutup sınırlarımızı zorlamamızı sağlar. o zaman taşların yerleri biraz değişebilir ve ruhun devingen yapısı idame olur. sıva katmanı da bazen unutulabilir, zira amaç güzellik ise estetik görünüm sağlayacak bir renge boyanması icap eder. kısaca sıva ve boya katmanları her zaman birer yalıtım veya savunma mekanizması olarak iş görür. işte esas estetik kaygı buradan sonra başlar. bu da duvara bir beton çivisi çakıp monet tablosu asmakla olur. hasılı, kurduğumuz bunca metaforun içinde 'sevgi' denebilecek tek şey olsa olsa çividir. o bile duvarın ne kadar içinde olursa olsun ruha bigane kalır ve ruh ile münasebetine hep bir giz hakimdir. o halde diyebiliriz ki sevgi; boyasız ve sıvasız, çıplak duvarımız üzerinde büyüyen sarmaşık olmalıdır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder