bir ulu kervan gelip gecerdi samanyolundan
aklim takilip giderdi o kervanin ardina
daha siz yoktunuz....
ne karaydi, ne karanlik benim sevdam
zuhre yesili bir askti yuregimdeki
herkes duyardi herkes bilirdi
gizlim saklim yoktu allah sahidim
rodos heykeli gibi dikilirdim kiyilarda
daha siz yoktunuz...
simdi cikip geldiniz ansizin!
nicin geldiniz, nasil geldiniz sasirdim?
dun bir minyatur sayfasinda at kosturuyordum
butun kanunlar, kayitlar yikiliyordu onumde
bir ceylan derisine adlarinizi yaziyordum
daha siz yoktunuz....
guluyordunuz, disleriniz bembeyaz
dudaklariniz kanim gibi kirmizi
kahkulleriniz vardi, gamzeleriniz vardi onca...
sizi bu cizgilerle ben dusunmustum
beni tanimiyorsunuz.
savruk gündem
20 Mayıs 2020 Çarşamba
19 Mayıs 2020 Salı
Duvar
duvarda yerinden oynamış bir çivi varsa ve biz bu çivinin hikayesini yazmak istiyorsak ilk iş filmi geriye doğru sarmalıyız. çiviyi çıkar, boyayı kazı, sıvayı dök, duvarı yık.
- duvar
kendi halindeliğiyle meşhur arkadaşımız özlem, bir sigara yaktı. yüzünün önünde uçuşan dumanı sol eliyle kovduktan sonra oturdu. ayak ayak üstüne atıp geriye yaslandı. özlemek, dedi, öz'den gelir. yani bu böyle olmalıdır. öz'den, ben'den, zihinden, ruhtan.
masadakilerden biri, "zaten hatırlamakla ilgili değil mi? zihin dedin ya" diye atıldı.
evet elbette, ama zihnimizde pencere açıp bize hoşumuza gidecek bir hava solutan, manzara gösteren durumları özleriz. yani özümüze bir şey katması, ruhumuzun içinden çıkılmaz duvarlarına taş koyması gerekir özlenmesi için. duvar ne kadar güzel ve bize ait olursa, onu ortaya çıkaran kaynaklara ulaşma, onları anlama, hatta biraz ileri gidersek onlarla bir olma güdüsü doğar. özlemek budur.
masanın diğer ucunda, elindeki sedef çakıyla oynayan genç adam özlem'in söylediklerini akla yatkın buluyordu. yine de sormaktan kendini alamadı: kişilere karşı duyulan özlemde de geçerli midir bu söylediklerin? istisna kabul etmez mi?
özlem'in oturuşu dikleşti. hafızasında bir şeyler arar gibi gözlerini kaldırdı. evet, dedi. kişiler, durumlar, olaylar... hepsi için geçerlidir ve hiçbir şekilde istisna kabul etmez. eğer ruhun varlığını kabul ediyorsak özlemek hissinin de varlığını, yani sadece ruh için varlığını kabul etmek zorundayız.
masadakiler konuyla iyiden iyiye ilgilenmeye başlamıştı. özlem'in yakın arkadaşı arzu, boşalan kadehleri tekrar doldurken söze girdi: ben duvar'dan ileri gidemedim de... yani neden duvar? daha iyi simgeleyen bir şey bulamaz mıyız bunun yerine? hem neden sadece ruha vakfediyorsun bu özleme işini?
özlem bu fikre sıcak bakmıyordu. işte bu yüzden duvar, diye söylendi ağzının kenarıyla. arzu soran gözlerle bakarken devam etti: senin ruhunun duvarı da bu işte. duvar senin için kabul edilmesi güç ve aşılması gereken bir şey. bu tutumunu güçlendirecek ve haklılaştıracak şeylere ihtiyaç duyuyorsun. bu sayede edindiğin fikirler veya kendi içinde tutarlı kanıtlar da senin ruhunun duvarını oluşturuyor.
elindeki sedef çakıyı hiç bırakmayan genç adam söz aldı: "yani bu söylediklerin, ruh duvarının organik olduğu anlamına mı geliyor? duvarın en alt sıra taşları ne yöndeyse o doğrultuda kendisine bir mantık yaratıyor ve kendini gerçekleştirmeye koyuluyor. öyle mi? eğer bu şekilde düşünürsek bedenden ayrılığını sonuna kadar kabul ediyorum. ama yine de duvarı aşmak mı gerekir yoksa güzelleştirip içinde kalmak mı, bilemiyorum."
o vakte kadar hiç konuşmamış olan umut, kadehini alelacele bitirip boğazındaki acı geçmeden "durun bakalım" dedi. "ilk olarak ruhun bir duvar olduğu ve örülmeye her an devam ettiği konusunda hemfikirsek, onu yıkabilir miyiz? yıkmalı mıyız? bu işin nihayetinde ne umuyoruz? bana kalırsa o duvarı yıkabiliriz. tabii bunun için kişi kendi ruhunu en kılcal ayrıntılarına kadar tanımalı. bu bakımdan zor iştir. burada en doğru hareket, sevilen ve duvarımızda hatırı sayılır alan kaplayan şeyler arasında kendi hissi muhayyilemizle kurduğumuz bağlantıları bulup ortadan kaldırmak olacaktır. neticesinde duvar belki yıkılmaz, ama açılan gedikten bakarak arkasında ne sakladığı hakkında fikir sahibi olabiliriz. bu gedikten göreceğimiz manzaranın hoşa gidip gitmeyeceği de 'duvarın yıkılması gerekir mi' sorusuna cevaptır."
özlem, umut'un söylediklerini kısaca tarttıktan sonra, "kendi hissi muhayyilelerimizle kuvvetlendirdiğimiz bağ da sevgi olmalı" dedi. "duvarın, ayakta kalmak için kuvvet aldığı ana damar, sütun. sevgi ile duvarın sürekli büyümesi, şekil değiştirmesi birleşince doymazlık ortaya çıkıyor. her an, her iki şeyi veya sadece bir tanesi ile geri kalan her şeyi ayrı ayrı birleştiren sevgi bağı... bence bu duvarı yıkmayı başarmak demek, onun altında kalıp anlamsızlıklar içinde kıvranmak demektir. "
sedef çakısını ani bir hareketle cebine koyan genç ayağa kalkarak özlemin arkasına dolaştı. "bu çok iyimser bir tahmin" dedi. "bu bahsettiğin şey sevgi değil, olsa olsa bahane bulma veya anlam yüklemedir." konuşurken yürümeye devam edip özlemin tam karşısında durdu. "elimizde bir duvarımız varsa ve biz bu duvarı kabulleniyor, dışına çıkmayı reddediyorsak ona güzellik katmak için önce onu sıvarız. bu hareket hem bizim haricimizdekilere karşı bir gizlilik yaratır, hem de çoğu zaman kim olduğumuzu unutup sınırlarımızı zorlamamızı sağlar. o zaman taşların yerleri biraz değişebilir ve ruhun devingen yapısı idame olur. sıva katmanı da bazen unutulabilir, zira amaç güzellik ise estetik görünüm sağlayacak bir renge boyanması icap eder. kısaca sıva ve boya katmanları her zaman birer yalıtım veya savunma mekanizması olarak iş görür. işte esas estetik kaygı buradan sonra başlar. bu da duvara bir beton çivisi çakıp monet tablosu asmakla olur. hasılı, kurduğumuz bunca metaforun içinde 'sevgi' denebilecek tek şey olsa olsa çividir. o bile duvarın ne kadar içinde olursa olsun ruha bigane kalır ve ruh ile münasebetine hep bir giz hakimdir. o halde diyebiliriz ki sevgi; boyasız ve sıvasız, çıplak duvarımız üzerinde büyüyen sarmaşık olmalıdır."
- duvar
kendi halindeliğiyle meşhur arkadaşımız özlem, bir sigara yaktı. yüzünün önünde uçuşan dumanı sol eliyle kovduktan sonra oturdu. ayak ayak üstüne atıp geriye yaslandı. özlemek, dedi, öz'den gelir. yani bu böyle olmalıdır. öz'den, ben'den, zihinden, ruhtan.
masadakilerden biri, "zaten hatırlamakla ilgili değil mi? zihin dedin ya" diye atıldı.
evet elbette, ama zihnimizde pencere açıp bize hoşumuza gidecek bir hava solutan, manzara gösteren durumları özleriz. yani özümüze bir şey katması, ruhumuzun içinden çıkılmaz duvarlarına taş koyması gerekir özlenmesi için. duvar ne kadar güzel ve bize ait olursa, onu ortaya çıkaran kaynaklara ulaşma, onları anlama, hatta biraz ileri gidersek onlarla bir olma güdüsü doğar. özlemek budur.
masanın diğer ucunda, elindeki sedef çakıyla oynayan genç adam özlem'in söylediklerini akla yatkın buluyordu. yine de sormaktan kendini alamadı: kişilere karşı duyulan özlemde de geçerli midir bu söylediklerin? istisna kabul etmez mi?
özlem'in oturuşu dikleşti. hafızasında bir şeyler arar gibi gözlerini kaldırdı. evet, dedi. kişiler, durumlar, olaylar... hepsi için geçerlidir ve hiçbir şekilde istisna kabul etmez. eğer ruhun varlığını kabul ediyorsak özlemek hissinin de varlığını, yani sadece ruh için varlığını kabul etmek zorundayız.
masadakiler konuyla iyiden iyiye ilgilenmeye başlamıştı. özlem'in yakın arkadaşı arzu, boşalan kadehleri tekrar doldurken söze girdi: ben duvar'dan ileri gidemedim de... yani neden duvar? daha iyi simgeleyen bir şey bulamaz mıyız bunun yerine? hem neden sadece ruha vakfediyorsun bu özleme işini?
özlem bu fikre sıcak bakmıyordu. işte bu yüzden duvar, diye söylendi ağzının kenarıyla. arzu soran gözlerle bakarken devam etti: senin ruhunun duvarı da bu işte. duvar senin için kabul edilmesi güç ve aşılması gereken bir şey. bu tutumunu güçlendirecek ve haklılaştıracak şeylere ihtiyaç duyuyorsun. bu sayede edindiğin fikirler veya kendi içinde tutarlı kanıtlar da senin ruhunun duvarını oluşturuyor.
elindeki sedef çakıyı hiç bırakmayan genç adam söz aldı: "yani bu söylediklerin, ruh duvarının organik olduğu anlamına mı geliyor? duvarın en alt sıra taşları ne yöndeyse o doğrultuda kendisine bir mantık yaratıyor ve kendini gerçekleştirmeye koyuluyor. öyle mi? eğer bu şekilde düşünürsek bedenden ayrılığını sonuna kadar kabul ediyorum. ama yine de duvarı aşmak mı gerekir yoksa güzelleştirip içinde kalmak mı, bilemiyorum."
o vakte kadar hiç konuşmamış olan umut, kadehini alelacele bitirip boğazındaki acı geçmeden "durun bakalım" dedi. "ilk olarak ruhun bir duvar olduğu ve örülmeye her an devam ettiği konusunda hemfikirsek, onu yıkabilir miyiz? yıkmalı mıyız? bu işin nihayetinde ne umuyoruz? bana kalırsa o duvarı yıkabiliriz. tabii bunun için kişi kendi ruhunu en kılcal ayrıntılarına kadar tanımalı. bu bakımdan zor iştir. burada en doğru hareket, sevilen ve duvarımızda hatırı sayılır alan kaplayan şeyler arasında kendi hissi muhayyilemizle kurduğumuz bağlantıları bulup ortadan kaldırmak olacaktır. neticesinde duvar belki yıkılmaz, ama açılan gedikten bakarak arkasında ne sakladığı hakkında fikir sahibi olabiliriz. bu gedikten göreceğimiz manzaranın hoşa gidip gitmeyeceği de 'duvarın yıkılması gerekir mi' sorusuna cevaptır."
özlem, umut'un söylediklerini kısaca tarttıktan sonra, "kendi hissi muhayyilelerimizle kuvvetlendirdiğimiz bağ da sevgi olmalı" dedi. "duvarın, ayakta kalmak için kuvvet aldığı ana damar, sütun. sevgi ile duvarın sürekli büyümesi, şekil değiştirmesi birleşince doymazlık ortaya çıkıyor. her an, her iki şeyi veya sadece bir tanesi ile geri kalan her şeyi ayrı ayrı birleştiren sevgi bağı... bence bu duvarı yıkmayı başarmak demek, onun altında kalıp anlamsızlıklar içinde kıvranmak demektir. "
sedef çakısını ani bir hareketle cebine koyan genç ayağa kalkarak özlemin arkasına dolaştı. "bu çok iyimser bir tahmin" dedi. "bu bahsettiğin şey sevgi değil, olsa olsa bahane bulma veya anlam yüklemedir." konuşurken yürümeye devam edip özlemin tam karşısında durdu. "elimizde bir duvarımız varsa ve biz bu duvarı kabulleniyor, dışına çıkmayı reddediyorsak ona güzellik katmak için önce onu sıvarız. bu hareket hem bizim haricimizdekilere karşı bir gizlilik yaratır, hem de çoğu zaman kim olduğumuzu unutup sınırlarımızı zorlamamızı sağlar. o zaman taşların yerleri biraz değişebilir ve ruhun devingen yapısı idame olur. sıva katmanı da bazen unutulabilir, zira amaç güzellik ise estetik görünüm sağlayacak bir renge boyanması icap eder. kısaca sıva ve boya katmanları her zaman birer yalıtım veya savunma mekanizması olarak iş görür. işte esas estetik kaygı buradan sonra başlar. bu da duvara bir beton çivisi çakıp monet tablosu asmakla olur. hasılı, kurduğumuz bunca metaforun içinde 'sevgi' denebilecek tek şey olsa olsa çividir. o bile duvarın ne kadar içinde olursa olsun ruha bigane kalır ve ruh ile münasebetine hep bir giz hakimdir. o halde diyebiliriz ki sevgi; boyasız ve sıvasız, çıplak duvarımız üzerinde büyüyen sarmaşık olmalıdır."
14 Ağustos 2017 Pazartesi
Tacizle Tanış,Memeyi Tanı, Sutyen Görevini Yapsın
Kadın olmak fazla ihtişamlı bir şey gibi gelmişti göz kapaklarının üzerine alelade sürülmüş mavi farlı kadınlar gördüğümde
Otururken eteğini düzelten bir kız çocuğu olmadığım için gururlanacağım aklıma gelmezdi hiç.. Ama o zamanlarda bile giydiği mini eteğiyle profesyonelce arabaların altına kaçan topları alan ablalara duyduğum saygıyı hatırlıyorum. Etekleri açılır, yaralı bacakları ortaya çıkardı. Mahalledeki tek bir çocuk bile o bacakların kendilerinden farklı bacaklar olduğunu bilmezdi hiç.
Aslında büyüdük diye de kirlenmedi her şey, anne babaların salladığı parmaklar vesile oldu çekiştirilen kıyafetlere..Sonra o yolda duyduğumuz 'cıkcıkcık'ların sahipleri "Aman çekiştireceksen hiç giymeyecektin" diyerek yarattıklarına bir kesik daha atıp sarmalı kesin olarak büyütme kararı aldılar
İlk tacize uğradığım zamanı hatırlıyorum . O anı hiç unutmadım gerçi.
Ortaokuldaydım evimizden okula yürüyerek gidiyordum. Ara bir sokak var daracık bir sokak. O sokakta kızlarını okula göndermeyen bir aile var. Caminin karşısındaki evde oturuyorlar . Ben neredeyse her gün o kızla göz göze geliyorum. Ama önünden öylece geçip gidiyorum.
Sabahları 7 civarı düşerdim yola. yaklaşık 7:04 gibi de o daracık sokakta olurdum. Ceket giydirip kravat taktırırdı dürzü okul
Dar sokağın sonuna gelmiştim ki karşıdan belki 18-19 yaşında birinin geldiğini gördüm. Çok normal bir el hareketiyle çok alışılmış bir şeymiş gibi göğsüme uzandı eli . Mememi sıktı. Daha kimsenin onlara meme demek aklına bile gelmezdi oysa ki
Çıngırak dilli, erkek fatma Mehtap'ın dili bir anda sustu. Aklıma bunun bir taciz olma ihtimali bile gelmemişti. Yine de içimde bir çıkrık dönmeye başladı. Duygu karşılığı neye denk geliyor şimdi bile bilmiyorum. Aklımda ise yeni kullanmaya başladığım meme tutucu olarak gördüğüm sutyenim vardı . Yan komşumuzun kızı giymiş bir süre.Meme denen şey de pek hızlı büyür bilirsiniz. Onunki büyüyünce emektar sutyenin yeni görev yeri benimkiler oldu. Ben ilk tacize uğradığımda memelerimi, bedenimi, kız çocuğu olmamı ve nelere maruz kaldığımı düşünmekten çok emanet sutyenimi düşünmüştüm. Onlar beni korumaya yarıyordu çünkü
Ama o gün normalden daha çok erkeğe sataşıp canlarını yakmıştım
Şimdi bu anlattıklarımla bağ kurabileceğim birkaç anım daha var elbet. İşte onlar kadın olmayı anlatmaya çalıştığım 'kadın zamanlarım'da başıma geldi. Hangisi daha ağır bilmiyorum. Ama kollarımda kasım, avuç içlerimde nasırlarım var. Neden var yine bilmiyorum. Bunları derken yine bir ayrımcılığa sebep veriyor muyum diye de düşünüyorum
Yıllar geçti 12-13 yaşın üzerinden..Şimdi anlatabiliyorum
O meme tutucu sütyen birkaç yıl sonra annemin bir yaz temizliği krizi sırasında çöpü boyladı. O dar sokakta yaşayan ve ailesinin okula göndermediği kırmızı gözlüklü kız eve geldiğini gördüğüm birkaç öğretmenin de ailesini zorlamasına rağmen okula hiç gitmedi. Dar sokak tacizcisine ne oldu bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum
Çıngırak dilli, erkek fatma Mehtap'ın dili bir anda sustu. Aklıma bunun bir taciz olma ihtimali bile gelmemişti. Yine de içimde bir çıkrık dönmeye başladı. Duygu karşılığı neye denk geliyor şimdi bile bilmiyorum. Aklımda ise yeni kullanmaya başladığım meme tutucu olarak gördüğüm sutyenim vardı . Yan komşumuzun kızı giymiş bir süre.Meme denen şey de pek hızlı büyür bilirsiniz. Onunki büyüyünce emektar sutyenin yeni görev yeri benimkiler oldu. Ben ilk tacize uğradığımda memelerimi, bedenimi, kız çocuğu olmamı ve nelere maruz kaldığımı düşünmekten çok emanet sutyenimi düşünmüştüm. Onlar beni korumaya yarıyordu çünkü
Ama o gün normalden daha çok erkeğe sataşıp canlarını yakmıştım
Şimdi bu anlattıklarımla bağ kurabileceğim birkaç anım daha var elbet. İşte onlar kadın olmayı anlatmaya çalıştığım 'kadın zamanlarım'da başıma geldi. Hangisi daha ağır bilmiyorum. Ama kollarımda kasım, avuç içlerimde nasırlarım var. Neden var yine bilmiyorum. Bunları derken yine bir ayrımcılığa sebep veriyor muyum diye de düşünüyorum
Yıllar geçti 12-13 yaşın üzerinden..Şimdi anlatabiliyorum
O meme tutucu sütyen birkaç yıl sonra annemin bir yaz temizliği krizi sırasında çöpü boyladı. O dar sokakta yaşayan ve ailesinin okula göndermediği kırmızı gözlüklü kız eve geldiğini gördüğüm birkaç öğretmenin de ailesini zorlamasına rağmen okula hiç gitmedi. Dar sokak tacizcisine ne oldu bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum
28 Mayıs 2017 Pazar
Beni Getiren Kadın
Babaannem anlatırdı ben de eser miktarda sevdiklerime anlattım
Haydi buyurun ...
Zamanın birinde çok mutlu bir çift varmış. Fakirlermiş ama kendilerine bunu hiç dert etmezlermiş.
En büyük sıkıntıları çocuklarının olmamasıymış
Bir gün kadın az biraz yemeklik malzeme almak için pazara gitmiş. Eşinin bıraktığı 2 parayla...
Kadın yemeklik için çıktığı pazarda incik boncuk tezgahlarına dalmış.
İlgisini çeken ise yemeklik hiçbir şey değil de taş bir bebek olmuş. Bebek öyle güzelmiş ki mutlu kadın her şeyi bırakıp 2 parasıyla bebeği satın almış
Kadın bebeğe sahip olduğu için öylesine mutluymuş ama eve de elleri boş gitmiş.
Kocası anlamasın diye de evde kalan ne kadar bakliyat varsa kaynatıp çorba yapmış. Bebeği de çeyiz sandığının içine saklamış
Akşam yemeklerini yiyen karı koca erkenden uyumuş. Ancak kadın aniden duyduğu bir bebek sesi ile yataktan fırlamış. Ses, bebeği kapattığı sandıktan geliyormuş.
Bebek gecenin bir yarısı kadına seslenmiş : "beni getiren kadın beni getiren kadın eğh'em geldi çişim geldi" demiş
Kadın sesi kocasının da duyacağı telaşıyla bebeğe usulca bağırmış : "Yapıver oraya yapıver"
Bebek gün ağarana kadar mutlu kadına seslenmeyi sürdürmüş ..
"Beni getiren kadın beni getiren kadın eğh'em geldi çişim geldi"......
Kadın korkusundan ve heyecanından sabahı dar etmiş.. Kocasına kahvaltısını verip işe uğurladığı gibi sandığın başına, bebeğin pisliğini temizlemek için koşmuş
Sandığı açtığında bir de ne görsün ? Sandık ağzına kadar altınla doluymuş
Kadın ne yapacağını bilmez halde sandığın başında oturup kalmış. Mutfakta akşam için hiçbir şey olmadığını hatırlayıp 2 altın bozdurup 20 paraya çevirmiş, pazara koşmuş
Bir önceki gün önünden geçip gittiği incik boncuk tezgahından kendine güzel bir tarak, kocasına da mendil almış.
Günler birbirini takip ederken bu mutlu çift evlerine yeni eşyalar alıp güzel kıyafetler giyinmeye başlamış..
Bebek her gece aynı şekilde kadına seslenirken karı ve kocanın mutluluklarında da hiçbir eksilme olmamış
Ancak çiftin karşı komşusu bu değirmenin suyunun nereden geldiğini öğrenmek için binbir çaba harcamaya başlamış ve eline bir tas hoşafı kapıp mutlu çiftin kapısını çalmış
Kadının laf yapan ağzı, mutlu kadının saf ve iyi niyeti sırrı ortaya çıkarmış
Karşı komşu taş bebeğin sırrını öğrenir öğrenmez sandıktan bebeği alıp eteğinin içine saklamış,evine gitmiş . Eve gittiği gibi ipek çarşafları, atlas yorganları taş bebek için hazır etmiş, geceyi beklemeye başlamış
Gece olduğunda mutlu kadının anlattığı şeyler bir bir gerçekleşmeye başlamış
Bebek bağırıyormuş ...
"Beni getiren kadın beni getiren kadın eğh'em geldi çişim geldi" demiş. Kadın büyük bir aç gözlülükle "yapıver oraya yapıver"demiş. Bebek sabaha kadar kadına seslenmeyi sürdürmüş
"Beni getiren kadın beni getiren kadın eğh'em geldi çişim geldi" ...
Kadın kendini bekleyen altınların çekiciliğinden sabaha kadar uyuyamamış. Sabah ezanını duyduğu gibi yatağından fırlayan kadın, altınları toplamak için bebeği yatırdığı yatağa koşmuş
Ancak kadın bir de ne görsün ?
Bebek gece boyunca her seslenişinde; ipek çarşaflı, atlas yorganlı yatağa bir güzel kakasını yapmış ondan daha güzel olanı da pisliğini her yere iyice sıvıştırmış
İpek çarşaflarına, bebek ile birlikte gelmeyen altınlarına yanıp yakınan kadın bebeği kaldırdığı gibi pencereden mutlu kadına fırlatmış
Mutlu kadın ise gece boyu; bebeğini süsleyip püsleyip oynayacağı, çocuk özlemini gidereceğini düşünürken mışıl mışıl bir uyku çekmiş. Bu güzel hayallerle dalınan uyku ise gece boyunca sesi çıkmayan bebeğin yokluğunu hiç hissettirmemiş
Mutlu kadın güzel uykusundan karşı komşusunun sesini duyduğunda uyanmış..
İşin en güzel tarafı ise; çiftin bebeğin kaybolduğunu farketmeyip, yokluğuna üzülmeden geri döndüğü için dünyalar kadar mutlu olması olmuş
Bebek her gece mutlu çifte altın vermeye devam ederken, karı koca ise gece gündüz, çocukları yerine koydukları taş bebeklerini sevip okşamayı sürdürmüş
29 Mart 2017 Çarşamba
Kambur
Seni -sevmek değil de bu yıllardır yaptığım laf kalabalığı gibi işte fena beka vahdet olur atom hesabı olur- bak bu sevmekse allahım diyorum nasıl hep kendimden uzağa koyup kendimle cebellese cebellese kapısının önüne kadar gelip ''-naber-naber-naber'' orada patinaj çekiyorum.
(seni bu hüsn ü cemal bu kemal ile görüp korktular hakk demeye döndüler insan dediler) ulaşılmaz ettim de ulaşılmak da istemedin mi acaba ?
Kavuşunca ne olacak?
Kavuşmak ne demek ola?
Seni sevmiyorum da torpu diye diye kendime Hegel'in açtığı yolda gösterdiği hedefe durmadan yürümek için sarkaçlar mi uyduruyorum?
Kibir. kibir. kibir.
Beni sevmen lazım. Felsefi, psikolojik, edebi cikarimlari unutup Acun'un kanalını izlememiz filan lazım.
Mesela bu kadar güzel olmaman lazım (kaldır nikabını görem yüzün çalıyor kafada) Neşet Ertas'i osandım bu canımdan diye diye değil de sallan boyuna bakayım elmas küpeler takayim diye sevmemiz lazım.
Seni aldım dünyanın dışına koydum da içimden içimden zıplıyorum yok olmuyor yürüyen merdivenin tersine tersine amma biri de diyor yürüyen merdivenleri gizli bir hamal yürütür. Sen mi yürüyorsun benim tersime ben mi ters istikamet diye illa yürüyorum.
Kamburlar da gizli hamal gibi.
Kamburumsun.
(seni bu hüsn ü cemal bu kemal ile görüp korktular hakk demeye döndüler insan dediler) ulaşılmaz ettim de ulaşılmak da istemedin mi acaba ?
Kavuşunca ne olacak?
Kavuşmak ne demek ola?
Seni sevmiyorum da torpu diye diye kendime Hegel'in açtığı yolda gösterdiği hedefe durmadan yürümek için sarkaçlar mi uyduruyorum?
Kibir. kibir. kibir.
Beni sevmen lazım. Felsefi, psikolojik, edebi cikarimlari unutup Acun'un kanalını izlememiz filan lazım.
Mesela bu kadar güzel olmaman lazım (kaldır nikabını görem yüzün çalıyor kafada) Neşet Ertas'i osandım bu canımdan diye diye değil de sallan boyuna bakayım elmas küpeler takayim diye sevmemiz lazım.
Seni aldım dünyanın dışına koydum da içimden içimden zıplıyorum yok olmuyor yürüyen merdivenin tersine tersine amma biri de diyor yürüyen merdivenleri gizli bir hamal yürütür. Sen mi yürüyorsun benim tersime ben mi ters istikamet diye illa yürüyorum.
Kamburlar da gizli hamal gibi.
Kamburumsun.
5 Mart 2017 Pazar
İsim günün kutlu olsun
Bloguma adını veren tavukçudan yepyeni bir reklam filmi. Buyrunuz.. lospollos
25 Şubat 2017 Cumartesi
Entropi
İnsan da diyor iki büyük arzu vardır diyor biri katanos diyor öteki eros diyor. Eros'u zaten biliyoruz da Katanos diyor yok olma arzusu diyor
Yüksek bir yerdeyken içimizi kamaştıran atlama isteği diyor mesela ya da karanlık bir koridorda yürürken arkadan biri geldiği hissi.Evrende de entropi var. Her şeyin kötüye gitme eğilimi. Kaos. Bu cihan bana sığar ben bu cihana sığmam.İtiraf edelim her şeyin sarpa sarmasını istiyoruz biraz biraz..
Kaydol:
Yorumlar (Atom)